top of page

DİNGO'NUN AHIRI

Güncelleme tarihi: 27 Tem 2023

DİNGONUN AHIRI YA DA DEPREM

Duymuşsunuzdur. Dağınık, düzensiz, gürültülü bir yere giren ne der?

“Burayı Dingo’nun ahırına çevirmişsiniz,”

“Dingo’nun ahırı mı yahu burası?”

“Bu ne karışıklık? Dingo’nun ahırı gibi,” dediğinizi duyar gibiyim.

Dingo’nun ahırı nerede?

Hemen söyleyelim:

Beyoğlu’nda.

Beyoğlu’nun Türkiye’de en çok bilinen Grand Rua de Pera (Büyük Pera Cad

desi)/Caddeikebir/İstiklal Caddesi’ne çıkın. Tünel’e sırtınızı verin. Ünlü Cadde’nin Tünel Meydanı’ndasınız. Cadde’yi izleyerek Taksim Meydanı’na ulaşacaksanız, 1450 metre yürüyeceksiniz.

Her zaman kalabalıktır İstiklal Caddesi. Hafta içi her gün bir buçuk milyon, hafta sonları her gün üç milyon insan dolaşır vıcık ticaret kokulu, yeşili solmuş Cadde’de.

Yürüdünüz. Taksim’e yaklaştınız. Solunuzda Fransız Kültür merkezi.

Geçin; sola sapan bir ara yol... Yolu geçerseniz, son düzenlemesini Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın yaptığı Taksim Su Deposu ve önünde Maksim (Deponun yönetim odası). Hasan Paşa ki; 1770’te ilk, “Çsanakkale Geçilmez!” dedirten kahraman. Maksim’e geçmeyin. Ara yoldan sola girin, biraz ilerleyin, sağınızda:

Tramvay Bakım, Onarım İşliği ve At ahırı.

Tramvay İşletmeciliği yaklaşık yüz elli yıldır sürüyor. Bu demek ki, işlik de ahır da o yaşta.


İlk tramvaylar, atlı tramvaylardı. Sonra elektrikle çalışır oldular. Çağ atladılar yani.

Aksaray, Sultanahmet, Sirkeci, Galata Köprüsü, Tünel, Galatasaray, Taksim, Talimhane’ye çıkan tramvayların atları yorulunca bu işlik ve ahıra çekilir; sulanır, yemlenir, dinlendirilirken temizlenen tramvaylara yeni atlar koşulurdu.

Ahırın ve işliğin işletmecisi Dingo adında bir adamdı.

Çevre esnafın çoğu iş yerlerine hayvanlarıyla gelip gidiyordu. Zamanla esnaftan bazı kurnazlar atlarını ahıra bağlamaya başladılar. Dingo ile olsun, dinlenmeye çekilen atların bakıcılarıyla olsun ahbaplığı geliştirdiler. Dingo, ahıra tanıdığı esnafın at bağlamasına ses etmiyor, bakıcılar da bazı


atlara arada bir torba saman, iki avuç arpa, bir kova su veriyordu.

Bu durumdan çevre esnaf hoşnuttu. Atlarını dükkânlarının önüne ya da arkasına bağlamaktan, doyurmaktan, altlarını temizlemekten kurtulmuşlardı.

Atına bin gel, tramvay


ahırına bağla; dükkânı kapat, bin git!... Dıgıdık gel, dıgıdık git. Ne güzel hayat, oh, ne rahat!

Bir zaman geçti.


Atlar tramvaya bağlanırken vatmanlardan (tramvay sürücüsü) bazı


ları yaşlı, sıska atları yerine esnaf atlarının besili, gösterişi, alımı-çalımı yerinde olanlarını tramvayına koşmaya başladı. Zamanla bu uygulama yaygınlaştı. Gündüz başka yerde işi çıkan, atına binmesi gereken at sahipleri, atlarını bağladıkları yerde başka bir at görünce, “Bu benim atım değil, atım nerede


? Atımı çalmışlar,” diye feryada başladı. Ama atını geri alınca yine tramvay ahırına bağlamayı sürdürdü.

Atı tramvaya koşulanların


sayısı giderek arttı. At bağlayan esnaf birb


irine dert yanmaya başladı:

“Komşu, benim atı yanlışlıkla tramvaya koşmuşlar,”

“Geçende benimkini de koşmuşlardı,”



“Dingo’ya söyleyelim de bu kepazeliği önlesin.”

“Kepazelik” önlenmedi. Giderek daha çok esnaf atı tramvaylara koşulmaya başlandı.

“Canım, bu kadar da olur mu? Her gün atımı tramvaya koşuyorlar,”


“Atımı Tramvaya koşmuşlar. Çırak yolladım, dört saat sonra geldi,”

“Burası ahır değil, karmaşa yuvası…”

Uzun sözün kısası, “Dingo’nun ahırı gibi” deyimi böyle doğdu. Dilimize yerleşti.

Olan neydi? Olan, karşılıklı şuydu:

Kurnazlık, Fırsatçılık, Çıkarcılık, Yağmacılık Kültürüyle Yetişmiş İnsan Davranışı…

Kurnazlık, Fırsatçılık, Çıkarcılık, Yağmacılık… “Doğulu İnsan” yaşam biçimi. Davranış ve düşünce biçimi. Ne derseniz deyin; dilimize yerleşmiş deyim hepimizi gülümsetir.


Ya olay Dingo’nun Ahırında değil de “İmar Barışı”nda yaşanırsa?...

“Ben bir kaçak kat çıktım. Gör beni, göreyim seni.”

“Eh, yaptın madem, sen de beni gör, ben de sana af çıkarayım."

Affın çıkacağı aylar önceden belli edilir. İşlemin adı af olmaktan çıkarılır. “Barış” sözcüğü daha uygun bulunur. Depreme dayanıksız binalar yapanlar biraz “barış” bedeli öderler. Bedeli alan yetkililer af çıkaracaklarını ve uygunsuz yapıları yapanlarla barışacaklarını duyururlar. Barışın ne kadar erdemli, ne kadar uygar olduğu topluma davulla zurnayla anlatılır.

Ne güzel; barış yapılmış, topluma büyük yararlar sağlanmıştır.

İçene lay lay lom çorbası...

Barışın meyvesi, Dingo’nun Ahırındaki gibi gülümsetmez.


Acı bir meyve…

2023 Depremi; yüz bini aşkın can…

Kurnazlık, Çıkarcılık, Fırsatçılık, Yağmacılık Kültürlü insanların karşılıklı, elbirliğiyle becerdikleri kaşık oyunu… Anası pilav pişirir/Oğlu da durmaz aşırır/Şıkıdım şık şık…

Bilim ve Akıl yol gösterici olamazsa, fırsatçılar yine barışır, depreme dayanıksız binalarda, bir sonraki depremde öncekilerden daha çok can yitirmeye hazırlık yapılır.

Birileri şaşılacak derecede pişkindir, ölenleri şehit ilan eder.

Yüz bini aşkın kadrolu din görevlisinden ses getiren bir tepki duyulur mu?

Barışan taraflar, yıkımdan kendilerini sorumlu tutmazlar. Vallahi, billahi ve de tillahi onların bu işte şu kadarcık suçu, suç olur mu canım, kusuru, hah doğrusu bu, kusuru yoktur. Onlar derken; işin içine yasa çıkaranlardan, belediye denetçilerinden, yapı denetimcilerden, yüklenicilerden, kaçak kat çıkıcılardan bazıları ki beyaa bir galabalık... Vah gülüm, sen nerdesin nerdesin?/Galabalık yerdesin. Şöyle de denemez mi? Vah gülüm, sen nerdesin nerdesin?/Yıkıntılı yerdesin.

Ne zamana kadar?

Akıl ve bilimin yolunda yürümeyi öğrenene kadar.

Batılı anlayış, Katolik bağnazlığına bilim ve akıl yolunu üstün kılmak için beş yüz yıl çaba harcamış

Kurnazlık, fırsatçılık, çıkarcılık, yağmacılık gibi Orta Çağ anlayışından böyle kurtulmuşlar.

Dingo’nun Ahırındaki kahramanlar, atalarımız... Karşılıklı kurnazlıkları, fırsatçılıkları, çıkarcılıkları ile bizi gülümsetiyorlar, değil mi?

Ama İmar Barışı ve acı meyvesi Deprem…

Dingo’nun Ahırı değil bu, GÜLÜMSETMİYOR.

Olan olduktan sonra dövünmek, yardım çığlıkları atmak kurnazlığı yerine; olacaklara önceden toplu, örgütlü tepki göstermeyi, engel olmayı öğrenene dek… Daha çok acı meyveler yenir, ağlanır.

Dingo’nun Ahırında; evet, fırsatçılık, çıkarcılık, kurnazlık var, ama yalnızca gülümsetiyor.

İmar Barışında da fırsatçılık, çıkarcılık, kurnazlık var, ama gülümsetmiyor.

Barışma olayına göz göre göre ölüm, insanlık suçu bulaşıyor.

Haa, bir de yardım toplama...

Tam barışanlara, barıştıranlara, devlet cebini karıştıranlara yaraşıyor.

Aslı yok yaylasından beş bin koyun bağışlayanlar, yok yok bu olmadı; devlete verecekleri vergiyi, gider yazıp vermekten kurtulanlar; büyük iş adamları, Türkiye türü iş adamları ya da şark kurnazları. Di mi yani, şimdi dünya sizinle öğünmesin de ne halt etsin? Devlet malını devlete bağışlamak, bunu yaparken de bol alkış alabilmek. Şakşakçılarımız da bol, şükür! Devlet malı deniz, yemeyen keriz... Atasözünü bizim barışçılardan ve şakşakçılardan başka kim icat edebilir ve insanlığa, asla para için değil, asla; yalnızca hayır için bağışlayabilir?

Bir de devlet kesesinden yiyenler var ki: Bir at biner ala paça, peh peh peh!... Ne de cömertler maşallah.

Bir de bol keseden savuranlar var. Milyarlar havada uçuşuyor. Uçuşanlar baba parası mı? Yok canım, daha neler! Su elin, Çeşme elin… Yani paralar devletin. Ama çaba övgüye değer; devlet parasını bir kasadan alıp devletin başka bir kasasına bağışlamak, az kurnazlık mıdır?

Hey, Kaygusuz Abdal, akıllı ol; Herkes kesesinden yesin içsin/Saltanatım var benim, diyorsun. Oldu mu? Olmadı be Koca Usta! Herkes kesesinden yesin içsin, ne demek? Elbette telefona bağlamazlar seni. Kusura bakma ama yaklaşık sekiz yüz yıldır öğrenemedin gitti bunları. Bizimkiler arpalıktan yesin içsin/Saltanatımız var bizim, deseydin, ne yağlı ballı çanaklar bulurdun yalayacak. Ne telefonlar bağlanırdı sana.

Bir de Tevfik Fikret var. Senin kafada. Dingo’nun ahırında atları koşulan tramvaylara binerdi. Oradaki ahır görevlilerini, komşu esnafı, vatmanları bilirdi. Çıkarcılıkları, fırsatçılıkları, bencillikleri, yağmacı anlayışları da elbette…

Bak, yüz on yıl önce ne demiş:

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!

Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!

Bugün mideler güçlü, bugün çorbalar sıcak,

Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…


Yiyin efendiler yiyin, bu yiyecek dolu sofra sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!


Sözün özü; Dingo’nun ahırına dönmüş Türkiye;

Bencillik, fırsatçılık, çıkarcılık, yağmacılık sürecek mi?

Bilim ve akıl ışığında üretmek, adaletle bölüşmek ve Çağdaş Uygarlık Düzeyine yükselmek sağlanabilecek mi?




Comments


bottom of page